Nadine Botha ve Gabrielle Kennedy

Benjamin Foerster-Baldenius ve Markus Bader, küçük çaplı ve yerel koşullara derinden bağlı anti-ütopyacı projeler üzerine uzmanlaşmış mimari ofis Raumlabor’un (Almancada özel laboratuvar) arkasındaki beyinlerden ikisi. Mimari için daha kültürel bir konumu sahiplenip, araştırma ve tezahürlerinin ömürlerini uzatmayı, yerel çevreleriyle ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyorlar.

Son girişimleri Yüzen Üniversite, 2018’in Mayıs ve Eylül ayları arasında Berlin’deki eski Tempelhof hava meydanı yakınlarındaki bir yağmur suyu havzasında gerçekleşecek. Hâlihazırda var olan ve yeni inşa edilecek yapılar, yirmiden fazla uluslararası üniversiteden gelen ziyaretçi öğrenciler ve bilim insanlarıyla beraber tüm dünyadan sanatçılar, mimarlar, müzisyenler ve dansçılar için toplanma alanı olarak kullanılacak.


Katılımcılar kampüste, deneysel öğrenme ve bilgi transferiyle karşılaşacak, gelecek için vizyonlar ve fikirler üretecekleri bir bakış açısıyla kent yaşamını araştırıp inceleyecekleri disiplinlerötesi atölyelere katılacak. Şehirler risklerle nasıl başa çıkabilir? Küresel ısınmanın zorlukları ve ihtimalleri nelerdir? Kaynak kıtlığında nasıl hayatta kalırız? Süper-çeşitlilik ve hiper hızlandırılmış gelişimin etkileri ne olacak? Gelecekte kaynakları verimli kullanarak yaşamak ve çalışmak için hangi araçlara ihtiyacımız var?

Markus Bader, “bazı açılardan kendimizi bir mimari ofisten çok bir üniversite olarak görüyoruz” diyor, “Çokça sorgulama, meydan okuma, sınama ve deney yapıyoruz. Geleneksel tabirleri kullanırsak belki de bizi bir üniversite içerisinde bulunan bir araştırma bölümüne benzetebilirsiniz.”

Raumlabor’un tüm ekibi ders veriyor, eğitimi ofisleriyle daha bütünleşmiş ve alakalı hâle getirmek için her an çalışıyorlar. Bader, “Yüzen Üniversite’yi kurmak bir öğrenme ânıydı” diyor, “Normalde mimar yapı tamamlandıktan sonra geri çekilir, ancak biz işin içinde kalmak ve bir sonraki katkımızı düşünmekten yanayız.”

Raumlabor eğitimi gerçeklikten, disiplini disiplinden veya yaratıcı insanları hükümetlerden izole etmek yerine, sınırları ve böylelikle sınırlamaları ortadan kaldırmak istiyor. Kentçilik, antropoloji ve şehir planlamacılığı arasındaki işbirliği çok daha fazla olasılık doğuruyor. Benjamin Foerster-Baldenius, “şehri, belirli bir çevreyi bilen yerel uzmanların, çalışmamız için hayli önemli olduğunu keşfettik (…) özellikle eğer gerçekten ciddi olmak istiyorsak.” diyor. “Ayrıca eğer geçici yerleştirmelerimizin ve performanslarımızın insanların akıllarında ve hayal güçlerinde daha uzun ömürlü olmasını istiyorsak, bu gibi bir işbirliği gerekli.”

Tabii bu, eğitimin her kentsel problemi çözebileceği anlamına gelmiyor. Foerster-Baldenius, “Bir üniversitenin görevi çözüm bulmak değil,” diyor. “Üniversitelerin görevleri gelecekteki karar mercilerini bir araya getirmek, onların bu sorunlara temas etmelerini ve takibinde bir şeyler denemelerini, ya da en azından bu sorunlara nasıl yaklaşılacağına dair bir hayal gücü geliştirmelerini sağlamak.” Festivallerden gerçek bulma görevlerine, kamusal yerleştirmelere, sergilere ve yayınlara Raumlabor’un üzerinde çalıştığı birçok projenin yaptığı da bu. Tüm projeleri, mevzubahis konuları geleneksel öğrenim mekanizmalarına ek olarak inceliyor. Foerster-Baldenius, “Geleneksel bir şirketin de, akredite bir okulun da yapamayacağı bir şekilde çalışıyoruz” diyor. “Bu aynı zamanda öğretmenler arasında bir alışveriş işlevi de görüyor, zira birçoğumuz öğretmeyi öğrenmedi. Aslında burada bir bakıma doğaçlama yapıyoruz.”


Bunu da neredeyse yirmi yıldır yapıyorlar. Bader, “sanırım bu yaklaşım 2000’de, Halle-Neustadt’ın kentsel dönüşüm projesi için açılan yarışmayı kazandığımızda başladı.” diyor. “Bu şekilde Hotel Neustadt’ın açılışını boş bir gökdelende büyük bir kültürel tiyatro festivaliyle yaptık. Bir mekânın kültürel ve toplumsal potansiyelini bulmak adına yüklü miktarda enerjiyi hareketlendirmek için geçici bir ana sahip olabilmenin ve sonrasında bunu planlamayla değil etkinlikler üzerinden tartışmanın ne kadar harika olabileceğini keşfetmemiz bu zamanlara denk geliyor.”

Eğitimin böyle daha geniş ve esnek benimsenmesi, değişim için bir araca dönüşmesiyle sonuçlanıyor. Tüm sakinler ve onların katıldığı bütün etkinlikler şehri oluşturuyor. Kurallar kullanıcılar tarafından tesis edilse de bu dinamik kullanışlı hâle getirilip bir anlatıya dönüştürülürse insanlar motive ediliyor. Ancak bu anlatılar kentsel mevzularla ilişki kurmak ve onlara daha doğrudan tepki vermek isteyen gerçek insanlar hakkında olmalı. Kentsel projelere eğitim ayağı eklendiğinde, toplumda fikirler daha iyi oturuyor, daha çok insan değişim sürecine katkı sağlayabiliyor.

Bader, “Şahsen diyalogların gücü beni büyülüyor” diyor.

Yukarı