Yazı: Bengisu Köse

Proje: "Mey'le" - Gizem Erbilgin

Ters-Yüz: İhtimalleri yeniden düşünmek sergisi, 28 Mayıs – 16 Ağustos tarihleri arasında santralistanbul Kampüsü’nde gerçekleşti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü son sınıf öğrencilerinin mezuniyet projelerinin yer aldığı sergi, tasarımcıları ve kullanıcıları toplumsal, kültürel ve ekonomik bağlamda farklı ilişkileri yeniden ele almaya davet ediyordu. Üniversitede Tasarım Yazarlığı ve Editörlüğü dersini alan altı öğrenci, sergideki altı proje üzerine yazdı.
Yazıların ve sergideki projelerin birbiriyle kurduğu ilişki İstanbul Tasarım Bienali’nin oluşturmayı amaçladığı sürekli öğrenme ve düşünme alanıyla örtüşüyor, bu bakımdan zamansız bir nitelik kazanıyor. Gençlerin tasarımın kapsadığı meseleler üzerine düşünmeye devam etmelerine aracı olmak adına bu yazıları blog’umuzda yayımlamaya başlıyoruz. 
Serinin ilk yazısı, Bengisu Köse’nin yazdığı “Evrimleşen Kültürler”.

Çok çok uzun zaman önce, uzaklarda bir Anadolu köyünde, bir aile hep beraber sofraya oturur, hep beraber yemek yermiş. Bu sofraya konan tüm yemekleri paylaşır, asla kendilerine ayırmazlarmış. Bu sayede aile, yemeklerini paylaşırken ruhlarını da paylaşırmış.

Yıllar sonra bugüne, İstanbul’a geldiğimizde, Anadolu’daki yemek paylaşım kültürünü sofralarımızda hâlâ görüyoruz. İnsanlar evlerinde, dışarıda, rakı sofrasında bunu yapmaya devam ediyor, sohbetlerini, duygularını, düşüncelerini, kısaca ruhlarını birbirleriyle paylaşmaya devam ediyor. En azından Mey’le projesine imza atan Gizem Erbilgin’in düşünceleri bu yönde.

Gizem, Anadolu kültüründen gelen bu eski gelenekten esinlendi ve rakı masası düzenini yeniden yorumlayarak bu geleneği günümüze uyarlamayı amaçladı. Bunu yaparken rakı masasında kullanılan meze tabaklarının formlarını değiştirerek, masaya rahatlıkla sığabilen ancak özelleştirilebilir alanlar da bırakan bir form oluşturdu. Bu alanlara çatal-bıçak, bardak ve ek tabak konulmasını düşündü. Hayatımızda yer edinmiş paylaşımlı yemek yeme kültürü oldukça belirginken ve her yerde rakı masaları aynı biçimde kurulurken, buna müdahale etmek ne kadar mümkün, ya da doğru mu? Gizem’in yaşadığı tasarım sürecini incelerken bununla ilgili cevaplar benim için netleşti.

Bu projeyi ele almak istememin sebebi projenin oldukça geleneksel ve sosyolojik bir noktaya değinmesi ve günümüzde de popülerleşmeye başlamış “paylaşma” kavramını ele almasıydı. Kültürel bir noktadan çıkan ve biçimsel endişeleri ön planda tutan bu projenin tasarım dünyasına sağlayacağı katkı ile ilgili sorguladığım bazı noktalar, büyük resme bakınca aydınlandı.

Projenin köylerdeki ortak sofra kültüründen yola çıktığını belirtmiştim. Köylerde insanlar daha az tabak yıkamak için yemeklerini ortak bir tabaktan yerlerdi. Tabağı ortaya koyan kişi farkında olmadan bu şekilde insanları tek bir tabaktan yemek yemeye yönlendirir, böylelikle insanlar yemek paylaşımına teşvik edilirdi. Buna benzer başka bir örnek ise Türk mimarisindeki ortak avlu kullanımı. Avluda da yapının mimarı, evleri, insanları ortak bir bölgeye yönlendirip, sosyal hayatlarını paylaşmalarını sağlayacak şekilde tasarlardı. Avluda toplanma kültürü, günümüzde farklı biçimlerde uyarlanarak kullanılmaya devam ediyor, bir evin içerisindeki salon veya bir ortak çalışma alanı olarak karşımıza çıkabiliyor. Kolektif House Levent, bunun İstanbul’daki güzel bir örneği. Bir avlu görevi gören ana toplanma alanı, binanın içinde çalışan insanları bir araya getiriyor. Kullanım ve tasarım kararlarının kalıplaşmış olduğu düşünülen bir kültür, evrilerek devam ettirilebiliyor.

Bu evrilme hâlinin kültüre nasıl bir fayda sağlayacağını açıklamak için Dana Douiev’in Injera koleksiyonunu örnek gösterebiliriz. Etiyopya’nın yemek pişirme kültürünü günümüze tercüme eden Dana, belki de önceden hiç tanımadığımız veya tanımak için çaba sarf etmediğimiz bu kültürün ilgi çekici hâle gelmesini ve dünya çapında tanınmasını sağlamış.

Bu noktada tasarımın kültüre katkı sağlama boyutunu sorgulamanın ötesinde, bu tür tasarımların bir nevi kurtarıcı görevi üstlendiğini düşünüyorum. Artık günümüzde var olan her şeyi hızla tüketme isteği, birçok kültürü bu dünyadan çekip alıyor, yok ediyor. Buna örnek olarak Türkiye’deki eski zanaatlardan elekçilik ve sepet yapımı gösterilebilir. Bu tür zanaatları yapan pek fazla insan kalmadı, çünkü artık her şey seri üretimle yapılıp satılabiliyor. Dolayısıyla bu tip tasarımların kültüre ciddi anlamda katkı sağladığını söylemek mümkün.

Makineleşme, kültürü öldüren en büyük etkenlerden biri. Makine dili her şeyi küreselleştirip içindeki “özel olanı” yok edebiliyor. Douiev ve aynı görüşteki tasarımcılar ise buna karşı en büyük savunma silahı. Onlar hem eski kültürü hem de çağdaş dünyayı analiz edip birleştiriyor, aralarında bir “barış” sağlıyor. Gizem’i de bu tasarımcılarla aynı bölgede görebiliriz. Rakı masası kültürü çok güçlü, yok edilmesi de zor olabilir. Bundan 100 yıl sonra neler olabileceğini hiçbirimiz kestiremeyiz, ancak bazı olasılıkları öngörebiliriz. Gizem bu projeyi yaparken bu konuyu teknik bir “rakı masası düzeni” olarak görse de, bana göre bu tür tasarımlar kültürümüzü korumanın önemli bir yolu olabilir.

Bu metin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde, Öğretim Görevlisi Dilek Öztürk yürütücülüğünde, IND 324 Tasarım Yazarlığı ve Editörlüğü dersi kapsamında üretilmiştir.
Yazıda bahsi geçen projenin yer aldığı Ters-Yüz: İhtimalleri yeniden düşünmek sergisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü 2019 yılı mezuniyet projesi kapsamında, Ahmet Sertaç Öztürk, Berkan Kaplan, Can Altay, Gizem Öz, Özlem Er ve Yeşim Eröktem yürütücülüğünde gerçekleştirilmiştir. 
"Mey’le" projesinin mentorluğunu Bilge Nur Saltık üstlenmiştir.
Yukarı