Yazı: Laura Agnesi ve Marco Sammicheli

Çeviri: Serra Aşkın

Milano Trienali’nin 1931’de kurulan Uluslararası Sergiler Bürosu’na (Bureau International des Expositions, BIE) büronun oluşumundan bu yana dahil olması, ulusal katılımcılara resmi bir statü vermiş, her ne kadar tartışmalı olsa da her birine dünya sahnesindeki boyutlarının, ekonomik ve stratejik önemlerinin ötesinde bir itibar seviyesi sunmuştur. Özgün olduğu kadar özgül Milano Trienali Uluslararası Sergisi dünyada türünün ilk yerleşmiş örneğidir ve bu seçkinliğini hâlâ korumaktadır.

1933’ten beri Milano Trienali sergi çalışmalarını hiç kesmemiş, dünya çapında yaratıcılığın en üstün ve en çeşitli dışavurumlarını ağırlamıştır. 1996 ve 2016 arasında, kurumun etkileşim ve araştırmanın kilit anlarından olmuş bir geleneğe akılsızca sekte vurmayı tercih etmesiyle yirmi yıllık bir ara olmuştur. Bu ara 1996’daki on dokuzuncu ve 2016’daki yirmi birinci sergiler arası gerçekleşmiştir (yirminci sergi, alışılmadık doğası ve uluslararası katılımcıların yokluğu nedeniyle BIE tarafından resmi olarak tanınmamıştır).

O zamanki gibi bugün de ayrı uluslar Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı tarafından doğrudan davet edilmekte ve çeşitli, bazen de beklenmedik nedenlerden, hevesle karşılık vermektedir. La Triennale, BIE Meclisi’nde iki yüz civarı bağımsız ülke ile birlikte oturan tek kurumdur. Her milletin hedefi etkinliğin temasının en iyi yorumunu sunmaktır. Bu serginin (XXII) teması özellikle elzemdir, çünkü önemli uluslararası antlaşmaları ve çevresel konuları onaylayan konumdaki birçok ülkenin siyasi gündemine odaklanmaktadır. Bu ülkelerin imzaları artık sadece adetten ya da niyet beyanı niteliğinde değil (gerçi 1992’de Rio de Janeiro ve 1997’de Kyoto’daki antlaşmalarda durum buydu), çünkü Paris Antlaşması’nda olduğu gibi (Aralık 2015) var olan ulusal protokollere yavaş ama kaçınılmaz değişimler dayatıyorlar, bu da yasamayla ilgili hassas etkiler doğurabilir. Bunlar enerji, hizmetler, endüstriyel süreçler, emtianın dağıtımı, atıkların giderilmesi ve giderek ciddileşen doğal afetlerin sonuçları gibi önemli konularda yerel yankılar da oluşturmaktadır. Trienalin bir diğer kayda değer özelliği, serginin disiplinlerarası kapsamının düşünsel ve nesnel bakış açıları arasında yakın bir bağ oluşturmasıdır.

İlk zamanların süsleme sanatları kısa sürede mimarlığa, kentsel planlamaya ve tasarıma – o zaman gelişiminin ilk aşamalarında olan endüstriyel üretimi de daha sonra dahil ederek – aynı zamanda fotoğraf, moda, multimedya yerleştirmeleri ve, doğal bir gelişme olarak, günümüzün özelliklerinden bir durum olarak farklı türlerin birbirine karıştırılmasına kadar genişlemiştir.

Çeşitli uluslar, aynı iklime ya da aynı doğal ve ekonomik kaynaklara sahip olmadıkları gibi, sergiye de farklı cevaplarla gelmekte, temaya belirli açılardan, kendilerine en uygun yöntemlerle yaklaşmaktadırlar. Bu, serginin bir bütün olarak, her bir yerel bağlamın kırılganlığı ve her ülkenin antlaşmalar tarafından belirlenen standartlara uyma konusundaki zorlukları gibi acil sorunlara karşı yaklaşım çeşitliliği gösterdiği anlamına gelmektedir. Temel bir öneme sahip olmalarına rağmen bu antlaşmalar, topluluklara onlar dahil edilmeden dayatılan, özellikle gerekli eğitimler sağlanmadan hızlıca uygulanan değişimlerden dolayı oluşan toplumsal ve kültürel anlaşmazlıkları dikkate almamaktadır. Bazı açılardan, toplumsal değişimin itici gücü rolü, diplomatik ve pedagojik barış aracıları olmak için mesleklerini kültür iletişimcisi olarak kullanan düşünürler, sanatçılar ve tasarımcılara geri dönmüş gibi görünüyor.

Milano Trienali’nin bu sergisi farkındalık yaratmak, tasarımcılar, araştırmacılar, iş insanları, profesyoneller ve halk arasında erdemli zincirleme tepkimelerini tetiklemeyi amaçlamaktadır. Farklı kültürler belirli bir konuda yapıcı yüzleşmelere katılmakta ve bu kurumun – tarih, çokdisiplinli yaklaşım ve yaratıcılık ve programlamanın kaynaşmış hâlini bir araya getiren – özel simyası sayesinde farklı bakış açılarının uyumlu dünyasıyla birlikte gerçek olan ve mümkün olanın yorumlamaları kendiliğinden oluşmaktadır. Bunu yaparak küçük bir havuzda geniş bir özgür düşünce okyanusunu ve sanat aracılığıyla yaratmanın uygulanabilirliğini yansıtmaktadır.

Katılımcıları kesinleştirmek için uğraştığımız zorluklar ve gerginliklerin ışığında, bu seneki sürümün teması özellikle yerinde olmuştur. Bir yığın tartışmalı siyasal seçim, ciddi ekonomik kaygılar ve hatta bir darbe mesafe almamızı zorlaştırmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen Afrika ve Okyanusya’dan ilk defa birkaç ülkeyi gururla ağırlıyoruz, onlarca yıldır katılmamış ülkelerin geri dönüşünü, hep bizimle olmuş ülkelere katılmalarını görüyoruz. Neredeyse bütün örneklerde katılım seviyeleri aşırı yüksek: dünyanın en dinamik müzelerinden, üniversitelerinden, özel vakıflarından, sivil toplum kuruluşlarından ve araştırma alanındaki en çağdaş kurumlarından bazıları trienalin çağrısına cevap verdi. Bunu yaparak bir seri tefekkür ve cevabın (bazen yerel ilkelerle aynı çizgide, bazen değil) ortaya çıkmasını sağlayıp, başka yöntemlerle elde edilmesi zor olan durumlar ve önceliklerden oluşan bir karma tasvir yarattılar.

Katılımcı ülkelerin çoğu, mesela Çekya ve Amerika Birleşik Devletleri, yoğun sömürünün gerçekleştiği büyük alanları terk etmeyi mümkün kılabilecek yeni malzemeler için ikincil maden olarak gördükleri atıkların ya da olası zararlı malzemelerin yeniden kullanımına yönelik faydalı ve öncü görüşler ortaya koydular. Özellikle Avusturya, insan idrarının yeniden kullanımı konusunda, canlandırıcı potansiyelinin titiz bir kimyasal analizine dayanan (ve bizi bu bilimin kökenine götüren) zevkli bir proje sunuyor. Avustralya ve Almanya gibi diğerleri (birisi daha natüralist şartlarda, diğeri bilimi, siyasal uygulama ve ekonomiyi birleştirerek) ekosistem için hayati olan doğal yapıların maruz kaldığı korkunç hasarı kınayıp, doğa zincirindeki temel bir bağlantı olan bu yapıların nihai yok oluşunu önlemeye yönelik, yeniden oluşturulmaları için yollar icat ve talep etmektedir. Öte yandan Butan ve Haiti gibi başkaları bize, şimdiye kadar ayrılmaz olan doğa ve kültürün doğal afetler ve/veya etnik-bilişsel araştırmalar olarak gizlenen ekonomik çıkarların saldırısı riski altında olduklarını, bir nevi tersine çevrilmiş bir gerçekliği göstermektedir. Benzer çizgide Küba, Küba Devrimi ertesinde, sanatın tüm insanlara haysiyet sunabileceği derecede saygın, dünyayla ahenk içinde olduğu bir dönemde Kübalı ve İtalyan mimarların işbirliğinden ortaya çıkmış, oldukça yaratıcı bir sanat okulları projesi sunmaktadır.

Finlandiya, İtalya ve Rusya gibi bazı ülkeler kendi (yapılı çevre ve nesne dünyasındaki) gelişimlerine dair bir farkındalıkla başlayıp, risk altındaki ve neredeyse kasten değerlerini tüketecek hareketlerle tehlikeye sokulan toplumsal ilişkileri iyileştiren, ıslah eden ve güçlendiren projeler önermekteler. Benzer şekilde Fransa, kendi kültürünün kilit değerlerinden birine, bir anlam aracı olarak sözlere, yazının dünyayı anlamak için kullanılan bir araç ve sembolün (nesne, tasarım) kavramın doğuştan var olan değerine bir kanıt olmasına dönüyor.

Bahsi geçenlerden ayrılan bir örnek Birleşik Krallık’tan. Profesyonel gönüllülerden oluşan bir grup olan Forensic Architecture’ın gelişmiş olduğu kadar basit teknolojiler kullanarak insanların başka türlere verdiği zarara ve doğayla günümüzdeki anlaşmazlığımızın büyük oranda nedeni olan çok eski sistemlere kanıt gösterip geri döndürmek için süregelen deneylerini detaylandırmaktadır. Litvanya ve Myanmar örneklerinde ise modern sanat yaratıcı bir dil olarak seçilmiş ve insanlar, peyzaj, kimlik ve kültür arasındaki ilişkiye odaklanılmıştır. Bunu sanatçıların, sesleriyle yeni seyircilerin dikkatine menşe yerlerine dair daha gelişmiş bir farkındalık ve sanatsal araştırmalar sunarak yapmaktalar. Hollanda, Çin ve Slovenya örneklerinde görüldüğü üzere, tasarım kültürü, güçlü vizyonlar ve fikirlerle müdahalede bulunabilmektedir. Üretim stratejileri ya da uzun süredir var olan çevresel yönetim sistemleri, kentsel planlama politikaları ve çevre ve insan etkileşimleri, kabul edilmiş ilkeleri ve estetiği devirdiğinde ve bütün hâlde toplumsal yapıların kodlarını yeniden yazdığında, bu müdahaleler ihtiyaç duyulan süreçleri etkileyebilmektedir.

Son olarak Tunus, Cezayir ve Lübnan’ın da dahil olduğu bir grup ülke, ne kadar kullanışsız ve zararlı olduğunu zaten göstermiş bir gelişim şekline geçerli bir tepki olarak teknoloji sonrası bir çağı geleneksel yaşam ve üretim yöntemleriyle birleştirme yollarını incelemekteler.

Trienalin dikkatli bir ziyaretçinin sergiden beklentisini de gözeterek sunduğu kurumsal bir bakış açısı ve temanın otonom incelemesi, katılımcı ülkelerin bunlarla bazen tutarlı bazen kafa karıştırıcı biçimde çelişmesi ile bütün serginin ekonomisi tematik sergilerin hem dengesi hem de zıtlığına dayanmaktadır.

Farklı ülkelerin katılımının var olma nedeni bu şekilde bireysel düşünme şekillerini onaylamak, genişletmek ve yenilikler getirmektir. Bu türlü kültürlerden ve dillerden deneyimleri tek bir mekan ve zamanda buluşturmaktadır. Yaklaşımların çeşitliliği oldukça harika, ülkeler kendi istekleriyle katıldığı için ve kesin bir talimata uymak durumunda olmadıkları için her ne kadar numune şeklinde olsa da farklı ülkelerin politik, toplumsal, ekonomik ve kültürel gidişatlarının üstüne kafa yorulmaktadır. Alt metinde kalan (bazıları apaçık, bazıları oldukça şaşırtıcı ve hatta akla hayale gelmeyecek) konular ziyaretçilere görünürlük kazanacaktır. Bu fikir belki de en iyi Polonya’yı anlatmaktadır, farklı türler arası (bitkiler ve insanlar dahil canlı varlıklar) işbirliği ve etkileşim, felaketi önlemenin, yeni ve ahenkli bir biraradalık yaratmanın tek yolu olabilir.

Mimar Giovanni Muzio tarafından 1933’te tasarlanmış ve o zamandan beri Milano Trienali’nin evi olmuş Palazzo dell’Arte, tekrar Uluslararası Sergi’nin yıldızı olacaktır. Demokrasi, hayatta kalma ve gelecek bir hayatın kalitesine dair birbiriyle konuşmak için iletişim ve araştırmayı tercih eden bir uluslar ve kişilikler meclisine yerleşkesini açacaktır. Trienal, bir karşılama mekânı ve ilişki, bilgi ve etkileşim altyapısı olarak kendini dünyanın ilgi odağına koymaktadır.

Görseller

Antti ve Vuokko Nurmesniemi, Finlandiya bölümü, 13. Milano Trienali, 1964. Fotoğraf: Publifoto

Sakakura Junzo, Seike Kiyoshi, Japonya bölümü, 11. Milano Trienali, 1957. Fotoğraf: Sergio Bersani - Giornalfoto

W. D. Lacey, Palazzo dell’Arte yakınındaki Parco Sempione’de inşa edilmiş ilkokul yapısı, 12. Milano Trienali, 1960. Fotoğraf: Publifoto

Yukarı