Tuğçe Karataş

Nina Wiesnagrotzki’nin Çin Sismik Araştırmaları projesi, Okullar Okulu adını taşıyan 4. İstanbul Tasarım Bienali’nin alt temalarından Dünya Okulu kapsamında sunuldu. Videoyla bir dizi nesneyi birleştiren çok parçalı enstalasyon, MS 100 civarında şair ve bilim insanı Zhang Heng tarafından icat edilen, depremleri öngörebildiği iddia edilen ilk aletten yola çıkıyor. Wiesnagrotzki, Zhang’ın tasarladığı alet üzerinden mitolojilerin bilim ve teknolojiyle olan bağlantısına dair yorum yapıyor. Tuğçe Karataş, Çin Sismik Araştırmaları’nın farklı anlamlarını keşfetmek için Wiesnagrotzki’yle sohbet etti.

Tuğçe Karataş: Eğitiminiz şu anki işlerinizle projelerinizi nasıl etkiledi?

Nina Wiesnagrotzki: Güzel sanatların yanı sıra tıp eğitimi de aldım. Her iki dal da bilginin tarihi ve gücüne, ayrıca insanlar, doğa ve teknoloji arasındaki ilişkiye duyduğum ilgiyi besledi. Bienalde sergilenen Çin Sismik Araştırmaları adlı projem, 2016’da bir misafir sanatçı programıyla oradayken Pekin’de gerçekleştirdiğim saha araştırmalarım sırasında başladı. Cheng Hang adındaki Çinli bir bilim insanı ve şair tarafından MS 100 sıralarında icat edilen, depremleri öngörmek için kullanılan ilk alet olduğu düşünülen ve antik Çin bilgi sistemlerini takip eden bir gereci araştırıyordum. Metal bir kürenin etrafındaki sekiz ejderhadan oluşuyor, ejderhaların her biri de ağzında birer top taşıyor. Deprem olduğunda ejderhalardan biri ağzındaki topu karşısındaki kurbağanın ağzına bırakıyor. Bu top depremin yaklaştığı yöne işaret ediyor. Kürenin içindeki gizli mekanizma bilinmiyor, çünkü bu aleti kayda geçiren çok az belge mevcut. 19. yüzyıldan bu yana birçok bilim insanı onu yeniden oluşturup sırrını çözmeye çalışsa da hepsi başarısız oldu. Bienal için de bu aletin yeniden oluşturulmuş hâllerinden birine odaklanıyordum.

T.K.: Projeniz kendini bienalin teması Okullar Okulu’yla nasıl ilişkilendiriyor?

N.W.: Çin Sismik Araştırmaları, bolluk ve kıtlığın jeopolitiğini inceleyen Dünya Okulu’nun bir parçası. Bienalin öğrenme temasıyla bağlantılı olarak Zhang’ın sismoskopunun temsil ettiklerinden yola çıkıp ötekileştirmeye son veren ve daha sürdürülebilir yaşamın yollarına odaklanan bir kozmolojiye varıp varamayacağımı sorguladım. Çalışmamda deprem, distopik beklentilerimiz ve beklenen çevre felaketi için bir mecaz olarak görülebilir. 

Feminist bilim tarihçisi Carolyn Merchant, The Death of Nature (Doğanın Ölümü) adlı çığır açıcı kitabında, kapitalizmin ardından yükselen modern bilimle birlikte doğal kaynakların kötüye kullanılmasından bahsediyor. Teknolojik gelişmeler sanayileşmiş ülkelerde yaşayan nüfusun yaşam standartlarını ciddi ölçüde geliştirse de ekosistemlerin çöküşünü de başlattı, bu da doğal felaketlerin artmasına neden oldu. Merchant’ın ölüm benzetmesine atıfla sanat yoluyla yeniden canlandırmak kavramıyla ilgileniyorum.

T.K.: Bu bienalin süreç odaklı bir yaklaşımı var. Projeniz nasıl başladı ve nasıl evrilecek?

N.W.: Projeye 2016’da, Pekin’de yer alan i:project’te misafir sanatçıyken başladım. Ardından farklı sanatçılarla ortak sergiler yaptım, onların ekolojik meselelere yaklaşımları da projeye dahil oldu. Proje gelişmeye devam ettiği için her sergide yeni bir kısmını gösterdim. Ayrıca kısa bir hikâye ve hayvanların vahşi yaşamdaki pozlarından oluşan Game Camera adlı yayını oluşturdum. Bu anlatının ana karakteri, hayvanlar üzerinde yaptığı çalışma deprem tarafından yarıda kesilen Batılı bir araştırmacı. Burada birçok söylencede filler, balıklar ya da kurbağalar gibi hayvanların depreme neden olduğu fikrinin yer aldığı gerçeğine göndermede bulunuyorum. Gerçekteyse doğadaki değişikleri sezme yetisine sahip hayvanlar, yaklaşan sismik hareketliliğe dair uyarılarda bulunuyor.

T.K.: Tıp ve sanat eğitiminizi göz önünde bulundurursak kendilerini farklı alanlarda geliştiren sanatçılar ya da bireyler hakkında düşünceleriniz nedir?

N.W.: Dediğiniz gibi bu alanlarda eğitim aldım, kimi zaman da yaparak öğrendim. Eğitim aldığınız alandan farklı bir yöne sapmak o kadar da nadir görülen bir şey değil. Örneğin bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem de tıp eğitimi almıştı, hatta daha geçmişe gittiğimizde Antik Yunan’daki hekim ya da mucitlerin de şair, çiftçi, filozof, mimar ya da astrolog olabildiğini görüyoruz. 

Günümüzde insanlar tarihsel hegemonik paradigmaların sınırlarını iyiden iyiye hissediyor. “Post-modern bürokratlar” ahlaki açıdan doğru ya da faydacı bir bakış açısıyla iyi olana göre değil, içi boş bir şekilcilik ya da kurumun kurallarına göre davranmak zorunda kalıyor. Dünyanın ve insan vücudunun mekanikleştirilmesini, doğal yaşamın dürtülerinden bu denli yabancılaştırılan eylemleri anlayamıyorum. Bu sınırları aşma dürtüsü bana doğal geliyor.

T.K.: İstanbul’da geçirdiğiniz zamanı göz önünde bulundurursak bu kenti bir okul olarak nasıl düşündüğünüzü merak ediyorum. Bu şehirden ne öğrendiniz?

N.W.: Aktif fay hatlarının en büyüklerinden biri Marmara Denizi’nin turkuaz sularının hemen altında yer aldığı için deprem riskinin önlenmesi konusunda İstanbul, dünyanın en proaktif bölgelerinden biri. Önümüzdeki 15 yılda İstanbul’da büyük bir deprem olma ihtimali yaklaşık %33. Zhang’ın sismoskopu gibi aletler ya da 19. yüzyılın sonlarından bu yana var olan, bilim dünyasının da onayladığı depremölçerler keşfedilmişse de depremleri öngörmek imkânsız. Ayrıca depremden sonra gelmesi olası tsunamiyi de göz önünde bulundurmak lazım, deniz seviyesinin yükselmesi, küresel ısınma sonucunda buzulların erimesi gibi durumlar da bunun ciddiyetini artırıyor.

Kentin büyük nüfusu, bölgedeki binaların sayısı ve ülkenin finans merkezi olması, önleyici tedbirler almayı önemli hâle getiriyor. İstanbul’un şehir planlayıcıları ve idaresi, artık en kötü ihtimale karşı hazırlanıyor, besin rezervleri hazırlanıyor, deprem sigortaları mecburi hâle getiriliyor, okul ya da hastaneler gibi binalar güçlendiriliyor.

T.K.: Çok teşekkürler Nina. Harika bir sohbetti ve gelecekte işlerini takip etmek için sabırsızlanıyorum. Bol şans!

N.W.: Teşekkür ederim.

Yukarı