Vera Sacchetti
Kavramsal tasarımcı ve yönetmen Alexandre Humbert, Okullar Okulu ana başlığıyla gerçekleşen 4. İstanbul Tasarım Bienali için hayat boyu öğrenme üzerine kurulu bir film serisi çekti. Humbert’in kullandığı mecra, pek çoğumuzun sürekli üzerinde bulunan, düzenli olarak yenilenen bilgiyi taşıyan ve devamlı bildiklerimizi güncellemek için takip ettiğimiz bir öğrenme aracı olan akıllı telefon. Ürün tasarımcısı olmak üzere eğitim alan ve film yapımına geçiş yapan Humbert hikâye anlatıcılığına odaklanıyor, tasarım süreciyle ilgili anlayışını kullanarak insanlar ve nesneler arasındaki yakın ilişkiyi inceliyor. Çalışmaları belgesel, kurmaca ve deneysel filmler gibi farklı türleri kapsıyor. Okullar Okulu için ise yepyeni bir format geliştirdi. Humbert ile Hayat Boyu Öğrenme ve projenin arkasındaki süreci konuştuk.
Vera Sacchetti (VS): Hayat Boyu Öğrenme nedir?
Alexandre Humbert (AH): Hayat Boyu Öğrenme, 4. İstanbul Tasarım Bienali için başlatılmış paralel bir proje. Belirli bir mekâna ya da zamana ait olmadan, okul gibi geleneksel öğrenme ortamlarına bağlı olmayan öğrenme süreçlerini ele alıyor. Öğrenme okul ortamında gerçekleşmiyor, belirli bir proje için yaptığınız araştırma esnasında keşfettiklerinizden oluşan, devamlı bir süreç. Bitirdiğiniz anda, geçmişe dönüp süreci analiz ediyorsunuz. Öğrenmenin geleneksel bir okul mekânında fiziksel olarak bulunmakla gerçekleşmediği fikriyle oynamak ve onu belirli bir zamanla ilişkilendirmeden eğitimden bahsetmek benim için önemliydi. Bu durumda mecra oldukça önemli hale geliyor, bu yüzden 2018’de sürekli yanımızda olan akıllı telefonları kullandım.
VS: Telefon nasıl eğitsel bir araç oluyor?
AH: Telefonun nasıl kullanıldığını öğrenmek bile eğitsel bir süreç, mesajlarınızı ya da e-postalarınızı okumak gibi telefonu kullanarak yaptığınız her şey buna dahil. Fakat aynı zamanda bir şeyleri keşfetmenizi sağlayan bir araç. Instagram ve oradaki storylerden, ya da telefonunuzdan haber okuyarak bir şeyler öğreniyorsunuz. Bu çerçevede, Okullar Okulu katılımcılarından üç tasarımcının işlerini takip etmeye karar verdim: Judith Seng, Mae-ling Lokko ve FABB. Hepsinin sergi esnasında evrimleşen projeleri var. Hayat Boyu Öğrenme videoları; projeleri, tasarımcıların onlardan ve onlarla birlikte öğrendiklerini takip ediyor. Videolar on günde bir güncelleniyor, herkes büyümelerine ve evrimleşmelerine tanıklık edebiliyor. Bu okulda yaşadığınız süreçle hemen hemen aynı, başladığınızda nasıl bitireceğinize ve diğer uçtan nasıl çıkacağınıza dair hiçbir fikriniz yok.
VS: Bu aynı zamanda İstanbul dışından takip eden ve bienale katılamayan izleyici kitlesinin farklı öğrenme süreçlerine tanıklık etmesini de sağlıyor.
AH: Evet. Benim esas ilgilendiğim şey tasarımcıların ne üzerine çalıştıkları değil, kendi öğrenme deneyimleri, kişisel eğitim süreçleri ve bunların her bir tasarımcı üzerindeki etkisi. Örnek vermek gerekirse, Judith Seng hatırladığı ilk şeylerden bahsediyor, küçük bir çocuk olarak bir odaya girmek gibi. Projesi de edimsel beden fikri üzerine kurulmuş. Mae-ling Lokko’da da benzer bir durum var. Gana’daki yemek pişirme deneyiminden bahsediyor, bienaldeki projesi de insanları buluşturup birer topluluk hâline getiren mekânlara odaklanıyor. Belki de ilk öğrendiğiniz şeyin, gelecekte üzerinde çalıştığınız işler üzerindeki etkisini görmek oldukça ilginç.
VS: Öte yandan Hayat Boyu Öğrenme serisi, Rianne Makkink ile olan ilk bölümü konuşmazsak tamamlanmış sayılmaz. Bu bölüm seriye ve bu yönteme bir giriş görevi görüyor. Bize bundan biraz daha bahsedebilir misin?
AH: Rianne Makkink’e ilk ulaştığımda, kendi öğrenme süreciyle ilgili bir performans yapmak istiyordu. Daha sonra konuşma esnasında bunun, çocukluğundaki ilk öğrenme deneyimlerinden biri ile tamamen iç içe geçmiş bir performans olduğunu anladım. Konuyla ilgili çocukluğundan kalan görüntü olup olmadığını sordum, Rianne de bana babasının çektiği 25 dakikalık bir filmi gönderdi. Sonuçta bugün bir telefonla çekilmiş görüntüler ile 1970’lerde eski tip bir kamera ile çekilmiş görüntüler arasındaki zıtlığın dengesi ile oynamak gerçekten ilginç oldu. Görüntünün dokusu tamamen farklı ve bunu telefonda izlemek oldukça güçlü bir etki bırakıyor. Bununla beraber, bu film ve diğerleri arasındaki temel fark, ilk filmin tamamlanmış bir bölüm olması. Bir sonraki güncelleme belki bundan on sene sonra gelebilir.
VS: Üretim sürecin, katılan tasarımcıların kendileriyle ilgili bir şeyler öğrenmesini de mümkün kılıyor. Bir gazeteci, tasarımcı ve hikâye anlatıcısının karışımı mısın?
AH: Bu proje benim için de bir öğrenme süreci oldu. İlk kez telefon için bir film çekiyorum. Aynı zamanda tasarımcıları tanımıyorum, projelerini bilmiyorum ve onlara belki kendilerine sormadıkları sorular yöneltiyorum. “Öğrendiğin ilk şey neydi?”, ”Bu ya da şu adımdan bahsedebilir misin?”, ”Enstalasyonunun ne olacağını öngörüyorsun?” gibi gerçekten basit sorulardan bahsediyorum. Bunun kaydetme işlemiyle de alakası var. Kaydediyorum, çünkü bu benim için, tasarımcılar ve filmleri izleyen herkes için hatırlamanın bir yolu. Yeni şeyler öğrenmeyi ve bir şeylere farklı bir açıdan bakmayı da sağlıyor. Dediğim gibi, bu süreç başladı ve kesin ya da önceden tahmin edilen bir sonucu yok. Nerede bitireceğimize dair bir fikrim yok.
VS: Bu süreçten şimdiye kadar ne öğrendiniz?
AH: Aslında bu projeden en çok kurgulama aşamasında bir şeyler öğrendim. Kaydettiğiniz esnada bütün bileşenleri göremiyorsunuz, fakat düzenlemeye başladığınızda her şeyi yeniden sindiriyorsunuz, yeniden dinliyorsunuz ve bağlantılar kurmaya başlıyorsunuz. O anda fiziksel olarak orada bulunmayan birinden öğrenebilecekleriniz epey merak uyandırıcı. Kurgu esnasında, o insanla doğrudan iletişim hâlindeyken öğrendiklerinizden bambaşka şeyler öğrenebiliyorsunuz. Bu iki boyut arasındaki denge beni büyülüyor.