Tuğçe Karataş
Camilo Oliveira'nın, Okullar Okulu ana başlığıyla gerçekleştirilen 4. İstanbul Tasarım Bienali'nde sergilenecek projesi An I: Dijital Benliğimle Konuşmak, düşüncelerinizi ve deneyimlerinizi inceleyen, sizinle konuşan ve kendinizden öğrenmenizi sağlayan dijital bir benliğinizi yaratıyor.
Brezilya'da mimarlık eğitimi aldıktan sonra Eindhoven Tasarım Okulu Sosyal Tasarım yüksek lisans bölümünden mezun olan Oliveira, çevremizdeki teknolojik gelişmelerden ve hızla artan sosyal medya kullanımından nasıl etkilendiğimizle ilgili yürüttüğü tasarım araştırmaları ile yapay zekâ teknolojisini bir araya getiriyor. Çevrimiçi ve çevrimdışı benlik arasındaki farklılığı irdeleyen tasarımcı, tasarımı bizi sanal gerçeklikten koparmak için bir araç olarak kurguluyor. Bu interaktif projeyle Oliveira bizi kendimizden öğrenmeye ve baskı altında tuttuğumuz yanlarımızı yeniden keşfetmeye davet ediyor. Camilo Oliveira ile hem tasarım eğitimi ve güncel tasarım pratiğini hem de Dijital Benliğimle Konuşmak projesini yaratırken nelerden ilham aldığını ve projenin üretim süreçlerini konuştuk.
Tuğçe Karataş: Bize biraz eğitiminden ve aldığın eğitimin güncel çalışmalarına olan etkisinden bahsedebilir misin?
Camilo Oliveira: Ben Brezilya’da mimarlık eğitimi aldım, ama bir mimar olma fikri beni yaratıcı sektörün farklı alanlarını keşfetmeye yönlendirdi. Bence mimarlık alanında uymanız gereken çok fazla kural ve parametre var. Tasarım alanı için ise bu durumun tam tersinin geçerli olduğunu düşünüyorum. Kuralları takip etmek yerine, kuralları yaratan kişi olarak etrafınızı kendi fikirleriniz doğrultusunda şekillendirme şansına sahipsiniz. Bu değişim süreci benim için oldukça enteresan, ama aynı zamanda bir o kadar da özgürleştirici bir deneyimdi. Yeni projelerimi şekillendirme aşamasında yeni kurallar yaratırken aldığım mimarlık eğitiminin bana daha pragmatik ve sistemli düşünebilme konusunda büyük yardımı oldu.
TK: Projeni 4. İstanbul Tasarım Bienali'nin bu yılki teması Okullar Okulu ile nasıl ilişkilendiriyorsun?
CO: An I: Dijital Benliğimle Konuşmak, düşüncelerinizi ve deneyimlerinizi inceleyen, sizinle konuşan ve kendinizden öğrenmenizi sağlayan dijital bir benliğinizi yaratıyor ve kendi benliğinizi tanımanıza yarayan eğitici bir araç olarak işlev görüyor. Biz aslında kendimizin en iyi öğretmenleriyiz, ya da şöyle söylemek lazım, en iyi öğretmeniniz sizsiniz. Projede bu gerçeğe dikkat çekerek bundan avantaj sağlamanın bir yolunu buluyorum. Yapay zekâ teknolojisini kullanarak sizden sizin hakkınızda bilgiler edinirken, siz de kendinizden öğrenmeye başlıyorsunuz, bu da belki bu zamana kadar baskı altına aldığınız yanlarınızı yeniden keşfetmenizi sağlıyor.

TK: 4. İstanbul Tasarım Bienali süreç odaklı bir yaklaşımla gerçekleşiyor. Bu perspektifle ele alırsak senin projen nasıl bir yaklaşımla doğdu? Nasıl gelişiyor?
CO: Proje ilk önce benim kendi çevrimiçi davranışlarıma olan ilgimle başladı, gitmek istediğim yeri, tam olarak neyi aradığımı veya bu projenin sonucunda ne elde etmek istediğimi bilmiyordum, ancak beni tetikleyen bir şeyler vardı. Başlarda, çevrimiçi benlik ile çevrimdışı benlik arasındaki farklara bakarak gerçeklikten kopmak için bir araç tasarlamayı düşünüyordum. Ama aslında daha derinlere indiğimde, kendimizi gerçeklikten koparmak yerine kendimizle olan bağımızı güçlendirmek zorunda olduğumuzu fark ettim. Bu süreç de şu an olduğu yere varmak için çok sayıda dolambaçlı yollardan geçti. Günlük tutma eylemi için oldukça analog sayılabilecek bir dizi beyaz not defterinden, bu anı toplama eyleminde topladıklarınızı tekrar okuyabilmeniz için “size yardımcı olan” yapay bir zekâyı içeren spekülatif bir senaryoya evrildi. Bu çok komik, çünkü bu süreç çevremde ve kolektif davranışlarda neler olup bittiğini anlamamı sağladığı kadar kendi içimde olan biteni anlamlandırmama da yardımcı oluyor. Kendimle ilgili birçok görüşümü tekrar ele aldığım pek çok felsefi soruyu da kapsadı (Filmde bahsettiğim şey tam da bu, neden kendimizi başkalarıyla karşılaştırıyoruz?). Bu bakış açısıyla ele alırsak, aslında bu süreç tüm eksik ve kafa karışıklığı yaratan parçaları bir araya getirerek bütünleştirdi diyebilirim.
TK: Bu projeyle özellikle hangi konulara eğiliyorsun ya da hangi sorunları çözmeye çalışıyorsun?
CO: Bu proje, dijital cihazlarımız aracılığıyla maruz kaldığımız ve içsel benliğimize odaklanmamızı neredeyse imkânsız kılan dikkat dağıtıcı şeylerin aşırı düzeyde tüketiminin bir yansıması olarak ortaya çıktı. Projeye, ilk zamanlarda Instagram üzerine odaklanarak sosyal medyadaki davranışlarımızı yakından inceleyerek başladım. Daha önceden belirlenmiş bir düzen hazırlanmış ve bize izin verilen tek bir çerçevede kendimizi ifade etme kurgusu, influencer’ların yarattığı eğilimlere bağlı olarak neler görmemiz ya da neler görmememiz gerektiğini seçen filtreleme algoritmaları sayesinde giderek birbirine daha çok benzeyen imgeler ortaya çıkarıyor. Benim için hayatlarımızı mantıksızca paylaşma eylemi tamamen içten gelen bir dürtüden hareketle değil, dışarıdan fazlaca etkilenmenin sonucunda ortaya çıkıyor. Bu anlamda, bence bugün yaşadığımız en büyük zorluk, kendi algımızın çarpıtıldığı bu aşırı derecede kısıtlı perspektifle kurgulanmış ve müdahaleye uğramış imgeler karşısında akli dengemizi yitirmeden zihinsel olarak sağlıklı kalmayı başarabilmek.
TK: Projen bienal bittikten sonra da devam edecek mi? Bu projeyle geleceğe nasıl bir söylem bırakmayı hedefliyorsun?
CO: Bu proje, kişilik algımızın çevremizdeki teknolojik gelişmelerden nasıl etkilendiği ile ilgili devam eden araştırmam için bir anlamda başlangıç noktası diyebilirim. Ben bienal sonrasında da kesinlikle bu araştırmayı devam ettirecek, olağan nesneler gibi gündelik ihtiyaçlardan ziyade psikolojik ve içsel süreçlerle tasarım arasında ilişki kurmaya devam edeceğim.
TK: Bize tasarım eğitiminin güncel hâli ile ilgili düşüncelerinden kısaca bahsedebilir misin?
CO: Tasarım eğitiminin güncel durumuna ilişkin genel bir bakış açısı sunamam belki, ama kendi deneyimlerimden yola çıkarak birkaç çıkarımda bulunabilirim. Ben Eindhoven Tasarım Okulu Sosyal Tasarım bölümünde yüksek lisans yaptım. Orada okurken daha önce tasarım hakkında öğrendiğim (buna kısaca “sandalye yapmak” da diyoruz) her şeyi analiz ederek tekrar değerlendirme fırsatım oldu. Bu bağlamda düşündüğümüzde tasarım, toplumun şu anda içerisinde bulunduğu durumun önceden hazırlanmış klasik cevaplar ile değil, kendi bakış açınızla sorgulanması, yansıtılması, yeniden şekillendirilmesi için bir araç hâline geliyor. Eindhoven Tasarım Okulu’nda anlaşmazlık eylemi teşvik ediliyor ve sürekli kendi başınıza düşünmeye zorlanıyorsunuz. Bunun, sadece tasarım alanı için değil, eğitimin bütünü için oldukça değerli olduğunu düşünüyorum.