Önce fikir mi gelir, yoksa malzeme mi?
Çok güzel bir soru, çünkü atölyede beni en çok mutlu eden süreç bu ikisi, fikir ve malzeme, hatta buna yöntemi de ekleyebiliriz, bu üçü aktif olarak bir araya geldiğinde aniden beliriveren sürpriz yaratıcılık koridorları. Bu yüzden öncelik veremiyorum. Bazen malzemenin karakteri ve özellikleri bir fikri destekliyor ve doğuruyor. Bazen de bir fikir, malzemeyi ve yöntemleri zorlayıp bir takla atıyor ve süreci başlatıyor.
Keşke birlikte çalışsaydık dediğiniz biri var mı?
Bir değil, birçok kişi var. Ben seramik konusunda okullu da olmadığım için oldukça yalnız bir öğrenme süreci geçirdim. Aslında kendi eğittiğim ekibim dışında atölyede beraber çalıştığım kimse olmadı henüz. Yıllardır aklımda eski dostum Polonyalı seramik sanatçısı, tasarımcı ve eğitimci Marek Cecula’nın yanında çıraklık yapma hayali var. Henüz vakti ve nakdi bir araya getiremedim, belki bahar aylarında olur.
Uzakdoğu’da Çin, Kore, Japonya'da birtakım atölyelerde çıraklık yapmayı da çok isterim. Seramik üretiminin tarihsel derinliği ve serüveni bana hep çok çekici geliyor. Zaman yolculuğu mümkün olsa neolitik çağdan itibaren tüm atölyeleri ziyaret etme paketini seçerdim. (gülüyor)
Son dönemde okuduğunuz ve önerebileceğiniz bir kitap ya da yazı var mı?
Üç dört yıl önce ilk defa okuduğum ve ara sıra hep geri döndüğüm başucu kitaplarımdan birini, Edmund de Waal’ın The White Road adlı yapıtını önerebilirim. Sanırım henüz Türkçesi yok. Bir diğer kitabı The Hare with Amber Eyes, Kehribar Gözlü Tavşan adıyla Türkçeleştirilmiş [Çev: Özlem G. Sevim].
Edmund de Waal, The White Road'da porselenle ilgili “tutkuyu” hem sanatçı olarak kendi özel hayatında hem de toplumsal bir olgu olarak, tarihten konuyla ilgili çeşitli bireylerin izini sürerek, coğrafyalarına yolculuk yaparak deşifre etmeye çalışıyor. Porselen gizemli bir malzeme, istediğiniz şekle girebiliyor, ama kendi koşulları da var. Onu çok iyi tanımanız gerekiyor, de Waal da porseleni gerçekten iyi tanımaya niyetli ve yazarak bize yakın temaslarını çok iyi aktarabiliyor.
Ziyaret ettiğiniz ve “keşke ben de bir parçası olsaydım” dediğiniz bir sergi örneği alabilir miyiz?
Geçen sene New York’ta bulunan Met Breuer müzesinde bir Ettore Sottsass retrospektifine gitmiştim. Sottsass çok yönlü bir tasarımcı, ancak seramik ve cam ile özel bir ilişkisi var. Bu iki malzemeyi tasarımlarında kullanmaktan hiç uzaklaşmamış.
Bu sorunun cevabı, öncekinin cevabını da taşıyor bir anlamda. Sottsass ile tanışmış, Memphis grubunun bir bireyi olarak birlikte çalışmış olmayı çok isterdim. Sottsass çok yalın, tanıdık formları renklerle birleştirerek, yepyeni bir dili olan ve aslında çok derinlikli, çağrışımlara dayalı, totemik, kişiye varoluşunun ne kadar zengin olduğunu hissettiren gündelik nesneler tasarlıyor.
Sizi en çok heyecanlandıran işiniz hangisi?
Şu dönemde iki üç yıl aradan sonra tekrar atölyeme giriyorum. New York’ta geçirdiğim sure boyunca atölyeden oldukça uzak kaldım. Şu an tekrar atölyeye kapanmak beni heyecanlandıran tek şey olabilir. (gülüyor)
Tulya Madra’yla ilgili ayrıntılı bilgiye buradan erişebilirsiniz.